icemanphts
Yeni Üye
Herkese merhaba,
Geçtiğimiz Cuma, Cumartesi ve Pazar (16, 17, 18 Şubat 2018) günü Uludağ Çobankaya'da kızımla bir kış kampı yaptık. Deneyimlerimizi sıcağı sıcağına sizinle de paylaşmak istedim.
Hafta içi sırt çantalarımızı hazırladık. Kışlık uyku tulumları (Kızımın Husky Anapurna (-12 konfor), benim Makalu Emotion (-8 konfor); Anapurna'yı tavsiye ederim), bir Naturehike alüminyum mat ile bir adet alüminyum akordeon mat, Husky Baron 3 kişilik Extreme çadır (salt duralüminyum çubuklu olduğundan Extreme etiketi konmuş; toplam ağırlık 4 kg civarında, oldukça ağır), 3x3m Robens Tarp (Tente, 1 kg), çadır için zemin matı (4x3m) + tarp altında oturmak için 2,5x2m ilave zemin matı (zemin matları Decathlon'dan alınmıştı - çok işe yaradılar - tarp/tente bulamıyorsanız, bu amaca yönelik olarak da kullanılabilirler, tarpa göre çok ucuz ama biraz ağır), her biri 10m olmak üzere 10 adet paraşüt ipi (çadırın kısa olan kendi gerdirme ipleri yerine bunları kullandık. Zira zeminde 1 metre yüksekliğinde kar vardı ve kazıklar tutmuyordu. Yakınlardaki ağaçlara bağlamak için bu parakordlar çok işe yaradı), 900 gramlık orta boy saplı bir balta/nacak (çanta içine sığabilecek uzunlukta), bir adet büyükçe full tang kamp bıçağı + 1 büyük Victorinox çakı, 22cm ağızlı katlanır bir budama testeresi (silky saw tipi, 50TL, cankurtaranım benim), yedek birer takım giysi, 2 paket makarna, az miktarda biber, domates, 2 paket Hellim peyniri, 2 kangal sucuk, tereyağ, 50ml ayçiçek yağı, 25ml saf zeytinyağı, 150gr zeytin, krem peynir, yumurta, 4 paket çorba, kahve, çay, kağıt tabak, evden arakladığımız kaşık, çatal, 2 adet Quechua çift cidarlı kamp bardağı, Nurgaz küçük ateş üstü ayaklı ızgara, 1.1 litrelik Ferrino çaydanlık, Nurgaz küçük ocak + 2 tüp (250 gramlık), ufak bir tencere ve tava, hamak, ıvır zıvır ile doldurduk çantaları. Benim çanta yaklaşık 22,50 kg civarında, kızımın çantası da 12,50 kg civarındaydı (kendi ağırlıklarımızın yaklaşık 1/4'ü gibi). Suyu Kurbağa Kaya istasyonunun yanındaki Migros'tan almayı planlamıştık.
Yolculuktan bir gece önce 12 adetlik yumurtalığımızı tıka basa doldurmuştuk. Ama kızım çantaya yerleştirirken evde 50cm yükseklikten yere düşürdü ve 12 adet kırık yumurtamız oldu. O yumurtalıklara güvenmeyin derim. 12 adet kırık yumurta ve yumurta ile bulanmış yumurtalığı evde bırakmaya karar verdik. Yumurtasız yapamazdık, onu da Migros'tan almanın mantıklı olacağını düşündük. Mantıklıymış.
Saat 06:30'da Harem'den kalkan otobüsle başlayan yolculuk sonrası Bursa Terminale 2,5 saatte gittik. Oradan da taksiyle Teferrüç'e ulaştık. Çantalar sırtımıza bağlanmış bir şekilde saat 10:00 gibi Teleferik istasyonuna girdik. Çanta araması için yürüyen bant vardı, o yükü indirmek ve ardından tekrar kuşanmak zor geldiğinden görevlilere "Banttan çantayla birlikte geçebilir miyiz?" dedim. Gülerek şöyle bir baktılar, "Dağcılık sertifikanız var mı?" diye sordular, "Yok" dedim. Halimize acımış olsa gerek, "Tamam geçin, arkadaş dedektörle baksın" dedi. Geçtik, dedektörlendik, çok teşekkür ettik ve gişelere yollandık. Gidiş dönüş almak istedim ama gişe görevlisi bayan çantaları görünce "Herhalde bugün dönmeyeceksiniz," dedi. "Hayır, Pazar akşamı döneceğiz," deyince, "O zaman dönüş biletini oradaki istasyondan alırsınız" dedi. İyi dedik. Aldık biletleri, bindik bir kabine. Kalabalık yoktu. Çıkarken bir ara bulut içinden geçtik, yükseldikçe bulut altımızda kaldı, bulutsuz güneşli bir havada güzel bir manzara eşliğinde Kurbağa Kaya istasyonuna geldik. Hemen Migros'a girdik. 4 adet 1,5 litrelik su ve 2 taze ekmek aldık. Çantamızda ayrıca bir paket lavaşımız ve uzun ömürlü sarı buğdaylı tava ekmeğimiz de vardı. Ayrıca bir 10 adetlik ve bir de 6 adetlik yumurta aldık. Aldıklarımızı çantalarımıza yerleştirdik.
Sırtımızda çantalar Bakacak/Softaboğan tarafına yürümeye başladık. Araç yolu tamamen karla kaplıydı ve neredeyse buz tutmuştu, yürürken kayıp düşmemek için çok dikkatli olmamız gerekiyordu. Arabadan çok vızır vızır onlarca kar motoru geçiyordu sağımızdan solumuzdan hızla. Birinden kaçmaya çalışırken buza bastım ve korktuğum başıma geldi. Sırtımda yaklaşık 25 kg'lık (su eklenince) ağırlıkla çömleğin üzerine düştüm. Düşerken gayri ihtiyarı sol elimle yere tutunmaya çalıştım ama bileğim burkuldu biraz. Neyse ki çok kötü olmadı. Ona bastığın yere dikkat et düşme derken benim düşmüş olmam çok hoşuna gittiğinden kızım ellerini karnına bastıra bastıra gülmekten o da yere çökmek zorunda kaldı. Sonra ikimiz de kaplumbağa gibi çömelerek iki ayak üzerine kalkmaya çalıştık. Lanet olası motorcular!
Yaklaşık 1 km ilerledikten sonra Çocuk Parkının oraya geldik. Kar küreme makineleri yolu ancak buraya kadar açmış, oradan sonrasına dört tekerlekli araçlar geçemiyordu. Gelgelelim onlarca kar motoru birbiriyle yarış yapıyordu. Yoldan çıkıp sağ tarafa, motorların karı sertleştirdiği patikalardan aşağı, akarsu tarafına doğru indik. Kamp yeri araya araya devam ettik. Meret motorların girmediği hiçbir yer yoktu. Belki sessiz sakin bir yer buluruz diye akarsu boyunca Softaboğan'a doğru devam ettik bir süre. Zaman zaman derin kar yüzünden ilerlemek çok güç oldu, bata çıka yürüdük ama çok yorulduk. Bu rakımda insan çok çabuk yoruluyor. Saat 13:00 civarı ufak bir düzlükte bir şeyler de yemek için fazla dağılmadan oturduk. Hava oldukça sıcaktı. Montlarımızı çıkarmıştık yürürken. Gazlı ocağımızda su ısıtıp kahve yaptık, tavada 2'şer yumurta kırıp afiyetle yedik ama, yine onlarca kar motorcu bize "Hellooo" diye canhıraş bağırarak yanımızdan karları püskürte püskürte, egzozlarındaki zehiri üstümüze ata ata geçip gitti. Sinirimizi bozmamaya çalıştık. Etrafı dolaştık yine biraz, maalesef kamp için uygun bir yer bulamadık. Kar motorlarının ulaşamadığı, ağaçlar içinde bir yer olsun istiyorduk.
Araç yoluna çıkmaya karar verdik. Yolda yürümek, kar nispeten sertleştiği için daha kolay oluyordu. Yola gebererek çıktık. Çocuk Parkının oradan da yaklaşık 1 km uzaklaşmıştık ancak maalesef kar motorları sanırım Bakacak'a kadar sağ tarafı tamamen talan ettiğinden o tarafta kamp yapılamayacağına karar verdik ve sol tarafta bir yer bulmak için gözlerimizi dört açtık. Çok yorulduğumuzdan ve saat de ilerlediğinden artık bir yer bulmanın zamanı gelmişti. Ayı, kurt, tilki ve çakal siluetlerinin bulunduğu ve dikkatli olunmasının gerekli olduğunu gösteren tabeladan sola, orman içine doğru girmeye karar verdik. Orman içine yaklaşık 100 metre girdik. Ağaçların üzerindeki karlar eridiğinden, neredeyse yağmur gibi üstümüze su damlıyordu. Bulduğumuz düzlükte çantaları attık omuzlardan, daha dinlenmeden hemen tenteyi kurduk ıslanmamak için. Altına da zemin matını koyduk.

(Fotoğraf son gün, çantaları toplamaya başlamadan hemen önce çekildi.)
Daha sonra yaktığımız ateş sonrası yaklaşık 30 santim yüksekliğinde kar üzerinde olduğumuzu anladık. Çantaları ve eşyalarımızı tentenin altına attık. Çadır için bir yer aramaya başladık. Eriyen karlar gece donabileceğinden ve buz olup üstümüze yağabileceğinden çadırı üzerinde dalların bulunmadığı açık bir yere kurmamız gerekiyordu. Tenteyi kurduğumuz noktanın yaklaşık 20 metre ilerisinde ağaçlar arasında tam çadır boyutlarında bir açıklık vardı. Çadırı oraya kurduk.

(Fotoğrafı çekerken tente ile çadır arasında bir noktadaydım. Fotoğraf Pazar günü, çadırı sökerken çekildi.)
Çadırı kurduğumuz yerdeki karın yüksekliği en az 1 metreydi. Temizlemek imkansızdı. O yüzden üstüne kurmayı kararlaştırdık. Biraz üzerinde yürüyüp sertleştirdikten sonra zemin matını serdik. Ama maalesef kar kazıkları tutmuyordu. Kazıkların üzerine kar koyup ezmeye çalıştık ama kar toz gibi olduğundan yapışmıyordu. Matı öyle çok sabitleyemeden bıraktık. Üzerine Çadırı kurduk. Kazıklar tutmadığından parakordla ağaçlara bağladık. İlerleyen zamanlarda altımızdaki kar sıcaklığımızla eriyip buza dönüştü ve gece matımızla çadır içinde kayak yaptık. Kar üstünde olmamıza rağmen zemin matı ve uyku matları oldukça işe yaradı. Gece titrememizin sebebi başkaydı (bkz. aşağısı).

(Fotoğraf: Çadırın bulunduğu yerden tente)
İlk gün çadırı da kurduktan sonra sıra ateş yakmaya geldi. Şöyle bir etrafı dolaştım. Zemin karla kaplıydı ve yağmur gibi yağan erimiş karlar ağaçları en ince noktasına kadar ıslatmıştı. Eğilmiş ama nispeten dik duran ölü ağaçlar gördüm. Dik olduklarından suyun içlerine nispeten daha az girmiş olması nedeniyle denemek için birini elimle kökünden söktüm. Ağaçların tümü Uludağ'a endemik bir Köknar (Göknar da deniyor) türü. Gövdeleri çok sık sivri dallarla kaplıydı ve çantalarla aralarından geçmek oldukça zor olmuştu. Söktüğüm ağacı tentenin yakınlarına getirirken bir ağacın sivri dalı elimi kesti. Normalde koyu ve akmaz olan kanım durmak bilmedi. Hemen pansuman yaptık ama ağacı kesip ateş yakmamız gerekiyordu. Yarayı sardıktan sonra baltayla ağacın kolayca dökülen ve son derece ıslak olan kabuklarını soydum ve dallarını budadım, testereyle kestim. Bahsetmiştim, bu rakımda insan çok çabuk yoruluyor. Bir kes, bir dinlen, bir kes bir dinlen. epey bir zaman aldı. Odunları balta veya bıçakla bölüp kuru kısımlarını açığa çıkarmam gerekiyordu ama hem altına destek yoktu, hem de elimden resmen kan fışkırıyordu. Bölmekten vaz geçtim.

(Fotoğraf: Odun atölyesi. Turuncu şey cankurtaranım testere)
O anda kafaya dank etti! Etrafta vahşi hayvanlar var ve kampın etrafı kana bulandı! Ateş yakma işini erteleyip yaraya daha iyi bir pansuman yaptıktan sonra kanın üzerine döküldüğü karları bir çöp poşetine doldurup 100 metre kadar ileriye, daha sonra yiyeceklerimizi de astığımız bir ağacın dibine koydum. Ama içime düşen kurt veya çakal veya tilki veya ayılar kampımıza da gelebilirdi kan kokusunu alınca. Tırstım ama belli etmemeye çalıştım. Hadi tek başıma olsam tamam da, kızım da yanımda ve onu korumam gerek.
(Devamı aşağıda)
Geçtiğimiz Cuma, Cumartesi ve Pazar (16, 17, 18 Şubat 2018) günü Uludağ Çobankaya'da kızımla bir kış kampı yaptık. Deneyimlerimizi sıcağı sıcağına sizinle de paylaşmak istedim.
Hafta içi sırt çantalarımızı hazırladık. Kışlık uyku tulumları (Kızımın Husky Anapurna (-12 konfor), benim Makalu Emotion (-8 konfor); Anapurna'yı tavsiye ederim), bir Naturehike alüminyum mat ile bir adet alüminyum akordeon mat, Husky Baron 3 kişilik Extreme çadır (salt duralüminyum çubuklu olduğundan Extreme etiketi konmuş; toplam ağırlık 4 kg civarında, oldukça ağır), 3x3m Robens Tarp (Tente, 1 kg), çadır için zemin matı (4x3m) + tarp altında oturmak için 2,5x2m ilave zemin matı (zemin matları Decathlon'dan alınmıştı - çok işe yaradılar - tarp/tente bulamıyorsanız, bu amaca yönelik olarak da kullanılabilirler, tarpa göre çok ucuz ama biraz ağır), her biri 10m olmak üzere 10 adet paraşüt ipi (çadırın kısa olan kendi gerdirme ipleri yerine bunları kullandık. Zira zeminde 1 metre yüksekliğinde kar vardı ve kazıklar tutmuyordu. Yakınlardaki ağaçlara bağlamak için bu parakordlar çok işe yaradı), 900 gramlık orta boy saplı bir balta/nacak (çanta içine sığabilecek uzunlukta), bir adet büyükçe full tang kamp bıçağı + 1 büyük Victorinox çakı, 22cm ağızlı katlanır bir budama testeresi (silky saw tipi, 50TL, cankurtaranım benim), yedek birer takım giysi, 2 paket makarna, az miktarda biber, domates, 2 paket Hellim peyniri, 2 kangal sucuk, tereyağ, 50ml ayçiçek yağı, 25ml saf zeytinyağı, 150gr zeytin, krem peynir, yumurta, 4 paket çorba, kahve, çay, kağıt tabak, evden arakladığımız kaşık, çatal, 2 adet Quechua çift cidarlı kamp bardağı, Nurgaz küçük ateş üstü ayaklı ızgara, 1.1 litrelik Ferrino çaydanlık, Nurgaz küçük ocak + 2 tüp (250 gramlık), ufak bir tencere ve tava, hamak, ıvır zıvır ile doldurduk çantaları. Benim çanta yaklaşık 22,50 kg civarında, kızımın çantası da 12,50 kg civarındaydı (kendi ağırlıklarımızın yaklaşık 1/4'ü gibi). Suyu Kurbağa Kaya istasyonunun yanındaki Migros'tan almayı planlamıştık.
Yolculuktan bir gece önce 12 adetlik yumurtalığımızı tıka basa doldurmuştuk. Ama kızım çantaya yerleştirirken evde 50cm yükseklikten yere düşürdü ve 12 adet kırık yumurtamız oldu. O yumurtalıklara güvenmeyin derim. 12 adet kırık yumurta ve yumurta ile bulanmış yumurtalığı evde bırakmaya karar verdik. Yumurtasız yapamazdık, onu da Migros'tan almanın mantıklı olacağını düşündük. Mantıklıymış.
Saat 06:30'da Harem'den kalkan otobüsle başlayan yolculuk sonrası Bursa Terminale 2,5 saatte gittik. Oradan da taksiyle Teferrüç'e ulaştık. Çantalar sırtımıza bağlanmış bir şekilde saat 10:00 gibi Teleferik istasyonuna girdik. Çanta araması için yürüyen bant vardı, o yükü indirmek ve ardından tekrar kuşanmak zor geldiğinden görevlilere "Banttan çantayla birlikte geçebilir miyiz?" dedim. Gülerek şöyle bir baktılar, "Dağcılık sertifikanız var mı?" diye sordular, "Yok" dedim. Halimize acımış olsa gerek, "Tamam geçin, arkadaş dedektörle baksın" dedi. Geçtik, dedektörlendik, çok teşekkür ettik ve gişelere yollandık. Gidiş dönüş almak istedim ama gişe görevlisi bayan çantaları görünce "Herhalde bugün dönmeyeceksiniz," dedi. "Hayır, Pazar akşamı döneceğiz," deyince, "O zaman dönüş biletini oradaki istasyondan alırsınız" dedi. İyi dedik. Aldık biletleri, bindik bir kabine. Kalabalık yoktu. Çıkarken bir ara bulut içinden geçtik, yükseldikçe bulut altımızda kaldı, bulutsuz güneşli bir havada güzel bir manzara eşliğinde Kurbağa Kaya istasyonuna geldik. Hemen Migros'a girdik. 4 adet 1,5 litrelik su ve 2 taze ekmek aldık. Çantamızda ayrıca bir paket lavaşımız ve uzun ömürlü sarı buğdaylı tava ekmeğimiz de vardı. Ayrıca bir 10 adetlik ve bir de 6 adetlik yumurta aldık. Aldıklarımızı çantalarımıza yerleştirdik.
Sırtımızda çantalar Bakacak/Softaboğan tarafına yürümeye başladık. Araç yolu tamamen karla kaplıydı ve neredeyse buz tutmuştu, yürürken kayıp düşmemek için çok dikkatli olmamız gerekiyordu. Arabadan çok vızır vızır onlarca kar motoru geçiyordu sağımızdan solumuzdan hızla. Birinden kaçmaya çalışırken buza bastım ve korktuğum başıma geldi. Sırtımda yaklaşık 25 kg'lık (su eklenince) ağırlıkla çömleğin üzerine düştüm. Düşerken gayri ihtiyarı sol elimle yere tutunmaya çalıştım ama bileğim burkuldu biraz. Neyse ki çok kötü olmadı. Ona bastığın yere dikkat et düşme derken benim düşmüş olmam çok hoşuna gittiğinden kızım ellerini karnına bastıra bastıra gülmekten o da yere çökmek zorunda kaldı. Sonra ikimiz de kaplumbağa gibi çömelerek iki ayak üzerine kalkmaya çalıştık. Lanet olası motorcular!
Yaklaşık 1 km ilerledikten sonra Çocuk Parkının oraya geldik. Kar küreme makineleri yolu ancak buraya kadar açmış, oradan sonrasına dört tekerlekli araçlar geçemiyordu. Gelgelelim onlarca kar motoru birbiriyle yarış yapıyordu. Yoldan çıkıp sağ tarafa, motorların karı sertleştirdiği patikalardan aşağı, akarsu tarafına doğru indik. Kamp yeri araya araya devam ettik. Meret motorların girmediği hiçbir yer yoktu. Belki sessiz sakin bir yer buluruz diye akarsu boyunca Softaboğan'a doğru devam ettik bir süre. Zaman zaman derin kar yüzünden ilerlemek çok güç oldu, bata çıka yürüdük ama çok yorulduk. Bu rakımda insan çok çabuk yoruluyor. Saat 13:00 civarı ufak bir düzlükte bir şeyler de yemek için fazla dağılmadan oturduk. Hava oldukça sıcaktı. Montlarımızı çıkarmıştık yürürken. Gazlı ocağımızda su ısıtıp kahve yaptık, tavada 2'şer yumurta kırıp afiyetle yedik ama, yine onlarca kar motorcu bize "Hellooo" diye canhıraş bağırarak yanımızdan karları püskürte püskürte, egzozlarındaki zehiri üstümüze ata ata geçip gitti. Sinirimizi bozmamaya çalıştık. Etrafı dolaştık yine biraz, maalesef kamp için uygun bir yer bulamadık. Kar motorlarının ulaşamadığı, ağaçlar içinde bir yer olsun istiyorduk.
Araç yoluna çıkmaya karar verdik. Yolda yürümek, kar nispeten sertleştiği için daha kolay oluyordu. Yola gebererek çıktık. Çocuk Parkının oradan da yaklaşık 1 km uzaklaşmıştık ancak maalesef kar motorları sanırım Bakacak'a kadar sağ tarafı tamamen talan ettiğinden o tarafta kamp yapılamayacağına karar verdik ve sol tarafta bir yer bulmak için gözlerimizi dört açtık. Çok yorulduğumuzdan ve saat de ilerlediğinden artık bir yer bulmanın zamanı gelmişti. Ayı, kurt, tilki ve çakal siluetlerinin bulunduğu ve dikkatli olunmasının gerekli olduğunu gösteren tabeladan sola, orman içine doğru girmeye karar verdik. Orman içine yaklaşık 100 metre girdik. Ağaçların üzerindeki karlar eridiğinden, neredeyse yağmur gibi üstümüze su damlıyordu. Bulduğumuz düzlükte çantaları attık omuzlardan, daha dinlenmeden hemen tenteyi kurduk ıslanmamak için. Altına da zemin matını koyduk.

(Fotoğraf son gün, çantaları toplamaya başlamadan hemen önce çekildi.)
Daha sonra yaktığımız ateş sonrası yaklaşık 30 santim yüksekliğinde kar üzerinde olduğumuzu anladık. Çantaları ve eşyalarımızı tentenin altına attık. Çadır için bir yer aramaya başladık. Eriyen karlar gece donabileceğinden ve buz olup üstümüze yağabileceğinden çadırı üzerinde dalların bulunmadığı açık bir yere kurmamız gerekiyordu. Tenteyi kurduğumuz noktanın yaklaşık 20 metre ilerisinde ağaçlar arasında tam çadır boyutlarında bir açıklık vardı. Çadırı oraya kurduk.

(Fotoğrafı çekerken tente ile çadır arasında bir noktadaydım. Fotoğraf Pazar günü, çadırı sökerken çekildi.)
Çadırı kurduğumuz yerdeki karın yüksekliği en az 1 metreydi. Temizlemek imkansızdı. O yüzden üstüne kurmayı kararlaştırdık. Biraz üzerinde yürüyüp sertleştirdikten sonra zemin matını serdik. Ama maalesef kar kazıkları tutmuyordu. Kazıkların üzerine kar koyup ezmeye çalıştık ama kar toz gibi olduğundan yapışmıyordu. Matı öyle çok sabitleyemeden bıraktık. Üzerine Çadırı kurduk. Kazıklar tutmadığından parakordla ağaçlara bağladık. İlerleyen zamanlarda altımızdaki kar sıcaklığımızla eriyip buza dönüştü ve gece matımızla çadır içinde kayak yaptık. Kar üstünde olmamıza rağmen zemin matı ve uyku matları oldukça işe yaradı. Gece titrememizin sebebi başkaydı (bkz. aşağısı).

(Fotoğraf: Çadırın bulunduğu yerden tente)
İlk gün çadırı da kurduktan sonra sıra ateş yakmaya geldi. Şöyle bir etrafı dolaştım. Zemin karla kaplıydı ve yağmur gibi yağan erimiş karlar ağaçları en ince noktasına kadar ıslatmıştı. Eğilmiş ama nispeten dik duran ölü ağaçlar gördüm. Dik olduklarından suyun içlerine nispeten daha az girmiş olması nedeniyle denemek için birini elimle kökünden söktüm. Ağaçların tümü Uludağ'a endemik bir Köknar (Göknar da deniyor) türü. Gövdeleri çok sık sivri dallarla kaplıydı ve çantalarla aralarından geçmek oldukça zor olmuştu. Söktüğüm ağacı tentenin yakınlarına getirirken bir ağacın sivri dalı elimi kesti. Normalde koyu ve akmaz olan kanım durmak bilmedi. Hemen pansuman yaptık ama ağacı kesip ateş yakmamız gerekiyordu. Yarayı sardıktan sonra baltayla ağacın kolayca dökülen ve son derece ıslak olan kabuklarını soydum ve dallarını budadım, testereyle kestim. Bahsetmiştim, bu rakımda insan çok çabuk yoruluyor. Bir kes, bir dinlen, bir kes bir dinlen. epey bir zaman aldı. Odunları balta veya bıçakla bölüp kuru kısımlarını açığa çıkarmam gerekiyordu ama hem altına destek yoktu, hem de elimden resmen kan fışkırıyordu. Bölmekten vaz geçtim.

(Fotoğraf: Odun atölyesi. Turuncu şey cankurtaranım testere)
O anda kafaya dank etti! Etrafta vahşi hayvanlar var ve kampın etrafı kana bulandı! Ateş yakma işini erteleyip yaraya daha iyi bir pansuman yaptıktan sonra kanın üzerine döküldüğü karları bir çöp poşetine doldurup 100 metre kadar ileriye, daha sonra yiyeceklerimizi de astığımız bir ağacın dibine koydum. Ama içime düşen kurt veya çakal veya tilki veya ayılar kampımıza da gelebilirdi kan kokusunu alınca. Tırstım ama belli etmemeye çalıştım. Hadi tek başıma olsam tamam da, kızım da yanımda ve onu korumam gerek.
(Devamı aşağıda)
Son düzenleme: